‘’Sapere Aude!’’: Bilmeye Cesaret Et!
Yazımızın başlığında yer eden bu söz her ne kadar Latin şair Horatius’un mektuplarında yer etse de asıl ününü Alman idealizminin kurucusu, Schopenhauer, Nietzsche, Hegel, Schelling, Fichte gibi isimlere öncülük etmiş olan büyük filozof Immanuel Kant ile birlikte kazanmıştır. Saydığımız isimlerden birçoğu Kant’ın düşüncelerini eleştirerek ya da yadsıyarak felsefelerinin temelini oluşturmuşlardır. Öyle ya da böyle ondan sonra gelen hemen her filozofun yolu bir şekilde Kant’a çıkmıştır.
Pekâlâ, filozof bu sözüyle tam olarak ne demek istemektedir? Bilmek, öğrenmek neden cesaret gerektirir, bilmek yalnızca cesur insanların kendi hayatlarında tatbik edebilecekleri bir mefhum mudur, gibi sorular bu yazımızın özünü oluşturacaktır.
Aydınlanma Nedir, İnsanın Aydınlanması
Paragrafa kendimce bir giriş yapmadan evvel Kant’ın oldukça güzel denemelerinden birisi olan ‘’Aydınlanma Nedir?’’ başlıklı yazısından bir iktibas sunmak istiyorum:
Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmama durumu ise insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır: ‘’Sapere Aude!’’ (Aklını kendin kullanma cesaretini göster — Bilmeye cesaret et.)
(Aydınlanma Nedir, Immanuel Kant)
Kant bu iki kelimeyle (sapere, aude) aslında tam da bunu söylemek istemektedir. İnsanların birçoğunun akıl tâkâti yönünden çocukluk çağından kurtulamadığını söyler filozof. Ve hatta felsefesinin temelinde yer alan ‘’ödev’’ fikrinin çocuklara dayatılmaması gerektiğini söyleyen filozof, çocukluk çağından kurtulamayan insanların da bu bilince erişemeyeceğini belirtir. Zirâ, insanların birçoğunun yapıp ettiklerinde ‘’ödül, menfaat’’ ilişkisini göz önünde bulundurduğunu ya da yegâne amaçlarının cezadan kaçmak olduğunu söyler. Dolayısıyla bu bilince erişememiş bir bireyin kendi hür fikirleriyle bir yol çizmesinin olanaksız olduğunu ifade etmek ister.
Cesaret, Bilgiye Gebedir
Çağımızda; cesur, atılgan, kahraman olarak tasvir edilen insanlar genel itibarıyla inandıkları değerler ve mefhumlar için canını vermeye hazır olan insanlardır. Elbette ki bu durumun kendi içinde büyük bir cesaret barındırdığı yadsınamaz. Fakat bizce cesaretlerin en büyüğü; içine hapsedildiği coğrafyanın, telakkilerin, geleneklerin, dogmaların ve her türlü hurafenin prangalarını fikirleriyle kırabilen, onlara karşı gelebilen insanların göstermiş olduğu cesarettir. Bu insanlar her türlü fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalsalar da hür fikirlerini söylemekten ve baskıya karşı gelmekten yılmazlar. İşte asıl cesaret buradadır!
‘’Hamuru alelâde olan bir insanın bakıcısı geleneklerdir.’’
Yıllar boyu maruz kaldığı türlü fikirlerin sultasından kurtularak kendi fikirlerinin bilgisine ulaşmış hür bireyler, bir toplumu ileriye götürebilecek yegâne varlıklardır. Fakat bu insanların geneli yaşamış oldukları dönemlerde, daima toplum dışına itilmiş; gelenek, din, millet ve milliyet düşmanı olarak nitelendirilmişlerdir. Aklı ve irfanı hür olan insanlar hiçbir ideolojinin boyunduruğuna girmemiş, hiçbir ideolojinin mensubu olmamış ve kartezyen şüpheciliğin o esaslı mantığı ile bir adet çürük elma gördükleri yerde bin çuvalı feda edebilmişlerdir.
Bilgelikle örülü bir yaşımın da her şeyde olduğu gibi bir bedeli vardır. — A Manual for Living, Epiktetos
İdeolojilerin ve teolojik düşüncelerin tamamı bize hazır bilgi sunarlar. Bu noktada insanın kendi aklına çok da ihtiyacı yoktur aslında. Eğer ki bu ideolojiler hayat anlayışına uyuyorsa veyahut nihayetinde bir ödül vaadediyorlarsa sıradan bir insanın bu fikirleri benimsemesi elbette ki beklenebilir bir durumdur. İşte, tam da burada cesaret dediğimiz kavram devreye girer. Atalet mahiyetine sahip bir insan tarafından her türlü ideoloji ve dogma aklın süzgecine sokulur. Aklın süzgecinden geçmeyenleri sırf birtakım inançlarından ya da menfaatlerinden dolayı hayatında tatbik edenler hiç şüphesiz ki gerçek birer korkaktırlar. Fakat bu durumu aşarak aklını ve vicdanını tefekkürün o âsude dünyasına teslim edenler, her şeye rağmen sorgulamaya devam edenler muhakkak ki doğru yolda olanlardır. Onların hayatında yalnızca, her zerresi ile aklın süzgecine vurulmuş ve bunun sonuncunda süzgeçten geçmeyi başarabilmiş fikirler yer edecektir.
Akıllı adam her şeyden evvel ızdıraptan ve tacizden azâde olmak için çabalayacak, sessizliği ve boş vakti dolayısıyla mümkün olan en az sayıda beklenmedik ve tehlikeli karşılaşma ile birlikte sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır. Ve böylelikle sözüm ona hemcinsleriyle çok az bir ortak tecrübeyi paylaştıktan sonra, münzevîyâne bir hayatı tercih edecektir, hatta eğer büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir.
— Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine, Schopenhauer s.37
Fakat bu doğru yol, gerçekten de tam bir yalnızlık ve ızdırap yoludur! Dolayısıyla bu yola devam edebilmek için insan, yüreğinde büyük bir hamaset barındırmalıdır. Doğduğu günden beri edinmiş olduğu her türlü hazır bilgi, toplumsal kabuller, gelenekler, dogmalar artık onun için büyük bir boşluk haline gelecektirler. Her şeye baştan başlayacak, bilgi edindikçe cehaletinin farkına varacak, zaman zaman gözyaşı dökecek, kolekif hareket edemeyecek ve büsbütün kendisini sorgular hale gelecektir. Lâkin diyebiliriz ki bu yolun sonunda kabulleneceği gerçekler ve bu sergüzeştin içinde almış olduğu ‘’akletmenin keyfi’’ yaşamış olduğu acıların katbekat üstünde olacaktır. Çevresinde ve belki de yaşadığı çağda fikirlerini destekleyen büyük insanlar bulamasa da geçmiş yüzyılların dâhilerine yönelecek, onlarla tanışacak ve fikirleriyle hemhâl olacaktır. Belki de toplumsal kabullerin birçoğunu doğru kabul etse de sahip olduğu dinî inançlar, genel kabuller, ideolojiler yıkılmaz bir kale haline geleceklerdir. Çünkü onları toplum baskısıyla yahut dayatma, sulta ve tehdit yollu kabul etmemiş kendi aklının hürlüğüne teslim etmiştir.
Kanaatimce; var olmanın karşılığı ancak ve ancak bu şekilde ve belki de en güzel bu şekilde verilebilir.
Sapere Aude!
Sorgulamanın, akletmenin ve hürriyetin zevkine doyasıya vardığınız bir hayat dileğiyle; saygı, hoşgörü ve bilgi ile kalınız.
Diğer Yazılarım:
- Bir Talebe, Bir Öğretmen: Nietzsche ve Schopenhauer
- Mutsuzluğun İmkânsızlığı: Stoa Felsefesi ve İçsel Huzur
- Ölümün Doğurduğu Adam: Michel de Montaigne
- Jean-Jacques Rousseau: Toplum Sözleşmesi, Ütopya ve Dönüşüm
- Yerleşik Ahlâka Balyoz Darbeleri: Friedrich Nietzsche
- Platon: İdeâl Devlet, İdeâl Cemiyet ve İdeâl İnsana Bir Bakış
- Bir Başka Filozof: Arthur Schopenhauer
- Diyojen’in Hocası Antisthenes ve Kinik Okulu
- Sadeliğin, Yalnızlığın Kutsallığı: Diyojen
- İdea’lleri Olan Büyük Filozof: Platon
- Eudaimonia: Aristoteles’e Göre Kişisel Mutluluk
- Bir Vâzife Olarak Ahlâk: Immanuel Kant
- Münzevînin Sığınağı: Yalnızlık
- Stoacılık: Köleden İmparatora Uzanan Felsefe -1
- İnsan Neden Boyun Eğer: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev (Etienne de La Boétie)
- Bir Kişilik Ödünlemesi: Irkçılık
- Spinoza’nın Tanrısı
- Felsefeye Giriş Yapmak İsteyenlere Naçizane Bir Rehber, Kitap Önerileri
- Jean-Jacques Rousseau: Meczupluk ve Dâhilik Arasında Bir Yaşam-1
- Felsefe Ahmaklık Mıdır?
- Aydınlanma Hakkında Bir Deneme: Kant’ın Işığında
- Akıllı İnsan Hipotezi: Ön Yargı
- Modern Dünyanın Putları: Irk, Kan ve Toprak
- Friedrich Nietzsche: Tanrı’nın Ölümü ve Üstinsan (Übermencsh) Felsefesi
- ‘’Sapere Aude!’’: Bilmeye Cesaret Et!
- Elvedâ Çürük Elmalar: Felsefenin Gücü
- Filozofça Ölmek: Boethius