Bir Vâzife Olarak Ahlâk: Immanuel Kant
Immanuel Kant
Eleştirel felsefenin babası olarak ünlenen Kant, 1724'te Königsberg’de dünyaya gözlerini açar. (O zaman Prusya toprağı olan Köniberg günümüzde Kaliningrad adıyla Rusya toprakları içinde yer almaktadır) Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş fakat iyi bir eğitim görerek Könisberg Üniversitesinde metafizik ve mantık profesörü olarak görev yapmıştır. Çok geniş bir dünya görüşüne sahip olmasına rağmen Kant; yaşamı boyunca, ikâmet ettiği yerin 80 km uzağına hiç gitmemiştir. Alman disiplinini kusursuz bir biçimde hayatına yansıtan Kant, bütün işlerini saatli yapmış ve günlük rutinlerini asla aksatmamıştır. Ve hatta aktarılanlara göre Kant’ın yaşadığı semtte bulunan kişiler, saatlerini ona göre ayarlamışlardır. ‘’Kant yürüyüşe çıktığına göre kahve saatim geldi demektir.’’ gibi.
Bu yazımda Kant’ın geniş hayat hikâyesine; numenal-fenomenal dünya kavramlarına ve bilgi felsefesi alanındaki diğer düşüncelerine yer vermeden yalnızca ahlâk felsefesinde çığır açan görüşlerini aktarmaya çalışacağım. O hâlde başlayalım.
Temel İlke: Önemli Olan Niyet!
Günümüzde önemli bir kesim tarafından özellikle dinî vecibelerin yerine getirilmesinde bir esas olarak benimsenen niyet kavramı Kant’a göre de bir davranışın değerlendirilmesinde esas alınacak olan mefhumdur. Ona göre ahlâklılık; yalnızca ne yaptığınıza değil, neden yaptığınıza göre değerlendirilmektedir. İşte buradaki iyi(doğru) niyet ‘’ahlâkî görevimizi yerine getirmek’’tir. Peki, bizler neye göre ve nasıl niyetimizin iyi yahut doğru olduğuna karar vereceğiz? Tam da burada Kant’ın felsefesinde oldukça önemli bir yer tutan akıl kavramı devreye girmektedir. Karar akla dayanmalıdır, siz nasıl hissederseniz hissedin, duygularınız ne söylerse söylesin size doğruyu bulduracak olan yegâne şey kendi aklınızdır.
Kant’ın ahlâk anlayışı duygularımızdan tamamen soyutlanmış, izole edilmiştir. Zirâ, aynı olay karşısında insanlar çok farklı duygulara sahip olabilirler. Örneğin, bir hayvanın kesimi sırasında kimi bunu iştahlı bir duyguyla izlerken kimi de baştan ayağa merhamet duygusuna bürünebilir. Dolayısıyla Kant için bir eylemi yalnızca nasıl hissetiğinize göre, içinizde uyanan duygulara göre yaparsanız, bu hiçbir şekilde iyi bir erdem olarak adlandırılmayacaktır.
Maksim ve Koşulsuz Buyruk Kavramları(Kategorik İmperatif)
Bu kavramları ilk kez duymuş olanlar için söylüyorum, sakin olun ve okumaya devam edin lütfen. Filozofların dünyası çok başka olduğu için şu ana kadar hiç duymadığınız kavramlarla onların eserlerini okuduğunuzda karşı karşıya kalabilirsiniz. Bu adlandırmaları yapan bizzat onlardır ve bu kavramlardan çoğunu o zamana kadar hiç kimse kullanmamıştır; anlayacağınız, yalnız değilsiniz. Bunu en çok yapan ve bu yönde en fazla eleştiri alan filozoflardan biri de Hegel’dir. Her neyse konuyu dağıtmayalım. Maksim, nedir? Elbette ki burada meşhur Maksim Gazinosu’ndan bahsetmiyoruz, talep gelirse elbette ki bir gün ona da değinmeyi vazife biliriz. Öhm, her neyse efendim Kant’a göre maksim; ahlâk yasasının temelinde yatan, olaylar karşısında karar vermemimizi sağlayan ilkedir. Ona göre bir eylem gerçekleştirdiğimizde bir ya da daha fazla ilke bizi yönlendirir, işte bu ilkeler maksimlerdir. Örneğin; hırs sahibi bir insan her zaman istediğini elde etmek ister, egoist bir insan her zaman beğenilmek ister, liberal görüşe sahip bir kişi de daima özgürlük alanları ister, vb. İşte bu insanların davranışlarını yönlendiren maksimler bunlardır. Siz de bir davranışı gerçekleştirdiğinizde kendinize ‘’Neden bunu yaptın?’’ diye soracak olursanız, vereceğiniz cevap sizin maksiminiz olacaktır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi dünya üzerinde yaşayan ne kadar insan varsa o kadar çok maksim olabilir ki bu doğaldır. Bundan dolayı Kant, eylemlerin yalnız ve yalnız evrenselleştirilebilir olan maksimlere dayanması gerektiğini belirtmiştir. Burada da kendinize ‘’herkes benim davrandığım gibi davransaydı doğru olur muydu?’’ sorusunu sorabilirsiniz. Aslında tuvaletlerimizin klişe yazısı haline gelmiş olan ‘’nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak’’ mottosunun biraz değişik versiyonu diyebiliriz. Ya da ‘’kendine yapılmasını istemediğini başkasına da yapma’’ anlayışı buna bir örnek teşkil edebilir. Eğer aldatılmak istemiyorsak aldatmamalıyız da. Herkes için doğru olmayan şey sizin için de doğru olmayacaktır.
Pekâla, bu koşulsuz buyruk da ne oluyor? Evvelâ diğer adlandırmaları olan kesin buyruk, kategorik imperatif kavramlarını söylemem gerekiyor. Kant’a göre doğru olanı yapmak sizin mutlak ödeviniz olan değişmez bir emirdir. Koşullu buyruklar birbirlerine bağımlıdırlar. A’yı istiyorsan B’yi yap, bir koşullu buyruk örneğidir. Daha da somutlaştıracak olursak ‘’Güvenilir bir insan olmak istiyorsan asla yalan söyleme’’ ifadesi bir koşullu buyruktur. İşte sizin burada maksiminiz yani harekete geçiriciniz ‘’güvenilir bir insan olmayı istemek’’tir. Oysa Kant’ın ahlâkında buna katiyen yer yoktur. Onun ahlâkı size sadece ‘’A’yı yap.’’ der, ahlâki maksimlerin temelinde bu vardır. Aynı örnekten yola çıkarsak Kant size ‘’Yalan söyleme’’ der ve noktayı koyar. Ardında hiçbir getiri hiçbir amaç yoktur, koşulsuz buyruklar yalnızca ne yapmanız gerektiğini söylerler.
‘’Anlayışlı, kibar ya da bencillik emâresi taşımadan etrafa neşe saçarak içten içe tatmin olan ve diğerlerini mutlu etmekten keyif alan öyle çok insan vardır ki… Lâkin ben diyorum ki her ne kadar hoş ve görevini ifa eder gibi görünse de bu tür bir hareketin gerçekte hiçbir ahlâkî değeri yoktur.’’
- Immanuel Kant
Peki bu emirler nereden gelmektedir, kaynağı nedir? Kant’ın bize cevabı, ‘’Akıl, tek başına doğru ya da yanlış olanı belirler.’’ olacaktır. İnsanı robotlardan farklı kılan şey hem akıl sahibi olmaları hem de özgür olmalarıdır. Bir robot yalan söylemeye programlandıysa her türlü durumda yalan söyleyecektir. Aksini yapması mümkün değildir.(Gerçi yapay zekâ yakın zamanda bunu yanlışlayabilir.) Onun özgürlüğü yoktur ve her ne yaparsa yapsın ahlâkî olarak da sorumlu değildir. İnsanoğlu akıl sahibi olması nedeniyle ahlâkî birtakım ödevlerinin olduğunu bilmektedir ve bunlardan sorumludur.
Amaca Giden Her Yol Mübâh mıdır?
Şüphesiz ki bu soruya; ülkesini iyi bir şekilde yöneten ve halkının saadeti için iktidarda kalması gereken bir hükümdâr söz konusu olduğunda Niccolò Machiavelli ‘’evet’’ cevabını verecektir. Kant ise sonuç ne olursa olsun, her durumda bu sorunun değişmez cevabının ‘’hayır’’ olduğunu belirtecektir. Bu durumu bir pasaj yardımıyla açıklamanın yerinde olduğunu düşünüyorum:
Evinizin kapısı hiç beklemediğiniz bir anda şiddetli bir şekilde çalındı. Kapıyı açtınız ve karşınızda yüzü gözü morluk içerisinde bir kadın gördünüz ve derhâl içeriye aldınız. Kadın size kocasının peşinde olduğunu ve eğer onu bulursa öldürebileceğini söyledi. Peşinde olan kocası, kadının sizin evinize doğru yöneldiğini görerek kapınıza dayandı ve eşinin orada olup olmadığını sordu.
Bu durumda ne yapmanız gerekir, doğru olan nedir? Yalan söyleyerek eşini oradan uzaklaştırmanız mı, yoksa kadının içerde olduğunu söylemeniz mi? Kant’a göre sonuç değişmez, sonucu ne olursa olsun sizin göreviniz ahlâken uygun olanı yapmaktır. Yalan söylemek her zaman ahlâkî açıdan yanlıştır, hiçbir istisnası ve bahanesi yoktur. O halde, ahlâken doğru olanı yapmak istiyorsanız bu durumda kadının içeride olduğunu söylemeniz gerekmektedir. Kant, buna benzer bir örneği kitabında direkt olarak kullanmıştır. Böylesine çarpıcı bir örnek kullanmasının amacı bakış açısının ne kadar mübâlâğalı olduğunu göstermektir. Ve bizzat ‘’Unutmayın ki bir eylemin sonuçları ahlâken konuyla ilintili değildir.’’ diyerek bu durumda dahi yalan söylenmemesi hususunda ısrar eder.
Öyle davran ki, bir davranışında insanlığı hem kendinde hem diğer insanların her birinde her zaman bir amaç olarak gör ve katiyen bir araç olarak kullanma.
— Immanuel Kant
Velhâsıl Kant’a göre; cennete gitmek için ibadet eden, acıdığı için yardım eden, ağladığı için emzik veren, saygın olmak için çok çalışan, yalancı olarak yaftalanmamak için doğruyu söyleyen insanların hiçbiri ahlâka uygun davranmamaktadırlar.
Tüm bunların yanında Kant’ın ahlâk esaslarına birçok eleştiri de gelmiştir. Örneğin çelişen ödevler konusu bunlardan biridir. Evet, yalan söylememek ahlâkî bir ödev olabilir fakat bir insanın öldürülmesine izin vermemek de ahlâkî bir ödevdir. Bazı durumlarda her iki görevi de kusursuz olarak yapmamız mümkün değildir. Duyguların kapsam dışında bırıkılması da bu eleştirilerden bir diğeridir. Sokakta mendil satan küçük bir çocuğa merhamet ettiğimiz için ondan mendil almamız Kant’a göre hiçbir şekilde ahlâkî değildir. Çünkü içinde ‘’merhamet’’ duygusunu barındırmaktadır. Bu şekilde birçok eleştiri almış olsa da Kant’ın Ödev Ahlâkı birçok yönden kabul görmüş ve bazı temelleriyle ahlâk felsefesinde çığır açmıştır. Konuyla ilgili birçok makale ve kaynaktan genişçe bilgi alabilir yahut kafanızı arkaya yaslayarak size göre doğru olanı düşünebilir, sorgulamanın tadına varabilirsiniz.
Eğer bir çocuk kötü davranışlarından ötürü cezalandırılır, iyiliğinden ötürü ödüllendirilirse bu durumda o sadece ödül için doğru davranacaktır ve hayata atılıp da iyiliğin her zaman ödüllendirilmediğini, kötülüğün de cezalandırılmadığını gördüğünde sadece hayatta nasıl muvaffak olabileceğini düşünen ve hangisini kendi yararına görürse buna göre doğru ya da yanlış davranan bir insan olacaktır.
— Immanuel Kant, Eğitim Üzerine (Ruhun Eğitimi-Ahlaki Eğitim-Pratik Eğitim)
Sorgulamanın, akletmenin ve hürriyetin zevkine doyasıya vardığınız bir hayat dileğiyle; saygı, hoşgörü ve bilgi ile kalınız.
Bu yazının özetini ve seslendirilmiş hâlini YouTube kanalımdaki şu videoda bulabilirsiniz:
Bu yazıyı yazmadan evvel geçmişte yaptığım okumalar ve yararlandığım kaynaklar:
Arslan, A. (2017). Felsefeye Giriş. Ankara: BB101 Yayınları
Kant, I. (2018). Eğitim Üzerine. İstanbul: İz Yayıncılık
Kant, I. (1999). Pratik Usun Eleştirisi. İstanbul: Say Yayınları
Kant, I. (2015). Seçilmiş Yazılar. Bursa: Sentez Yayıncılık
Law, S.(2018). Büyük Filozoflar. İstanbul: İnkılâp Kitabevi
Russell, B. (2016). Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt. İstanbul: ALFA.
Vorlander, K. (2008). Felsefe Tarihi. İstanbul: İz Yayıncılık.
Warburton, N. (2015). Felsefenin Kısa Tarihi. İstanbul: ALFA
Warburton, N. (2015). Felsefeye Giriş. İstanbul: ALFA
Diğer Yazılarım:
- Bir Talebe, Bir Öğretmen: Nietzsche ve Schopenhauer
- Mutsuzluğun İmkânsızlığı: Stoa Felsefesi ve İçsel Huzur
- Ölümün Doğurduğu Adam: Michel de Montaigne
- Jean-Jacques Rousseau: Toplum Sözleşmesi, Ütopya ve Dönüşüm
- Yerleşik Ahlâka Balyoz Darbeleri: Friedrich Nietzsche
- Platon: İdeâl Devlet, İdeâl Cemiyet ve İdeâl İnsana Bir Bakış
- Bir Başka Filozof: Arthur Schopenhauer
- Diyojen’in Hocası Antisthenes ve Kinik Okulu
- Sadeliğin, Yalnızlığın Kutsallığı: Diyojen
- İdea’lleri Olan Büyük Filozof: Platon
- Eudaimonia: Aristoteles’e Göre Kişisel Mutluluk
- Bir Vâzife Olarak Ahlâk: Immanuel Kant
- Münzevînin Sığınağı: Yalnızlık
- Stoacılık: Köleden İmparatora Uzanan Felsefe -1
- İnsan Neden Boyun Eğer: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev (Etienne de La Boétie)
- Bir Kişilik Ödünlemesi: Irkçılık
- Spinoza’nın Tanrısı
- Felsefeye Giriş Yapmak İsteyenlere Naçizane Bir Rehber, Kitap Önerileri
- Jean-Jacques Rousseau: Meczupluk ve Dâhilik Arasında Bir Yaşam-1
- Felsefe Ahmaklık Mıdır?
- Aydınlanma Hakkında Bir Deneme: Kant’ın Işığında
- Akıllı İnsan Hipotezi: Ön Yargı
- Modern Dünyanın Putları: Irk, Kan ve Toprak
- Friedrich Nietzsche: Tanrı’nın Ölümü ve Üstinsan (Übermencsh) Felsefesi
- ‘’Sapere Aude!’’: Bilmeye Cesaret Et!
- Elvedâ Çürük Elmalar: Felsefenin Gücü
- Filozofça Ölmek: Boethius