Friedrich Nietzsche: Tanrı’nın Ölümü ve Üstinsan (Übermencsh) Felsefesi

Efe Salihoğlu
10 min readAug 25, 2019

B u yazımda, ülkemizde çok fazla ehemmiyet gösterilen, felsefe denince akla ilk gelen isimlerden birini; Friedrich Nietzsche’yi ve onun üstinsan felsefesini konu edineceğim. Modern felsefe çağının üst sıralarında yer alan isimlerdendir Nietzsche. Bu durumda hiç şüphesiz Hristyanlığa getirilen en vurucu eleştirilerden birini hatta belki de en önemlisini yapmasının büyük bir payı vardır. Fakat felsefesinin yanında onun hayat hikâyesinin, kişisel çalkantılarının, magazinsel diyebileceğimiz yaşantılarının da bu durumun ortaya çıkmasındaki etkisi yadsınamaz. E, bir hayli de karizmatik olduğu söylenebilir.

Kanaatimce Nietzsche ülkemizde birçok zümre tarafından yeterli düzeyde tanınmadan sahiplenilen bir figür. Özellikle onun savunduğu felsefeye bir hayli ters görüşte olan ve Nietzsche’nin büyük ihtimalle bir hiç olarak tanımlayacağı insanların onun yılmaz savunucuları olması son derece ironiktir. Bu yazıyı yazarken amacım Nietzsche’nin etrafında oluşmuş birtakım tabuları yıkmak, bunu yaparken de bizzat Nietzsche’nin dilinden alıntılar yapmak, onun hakkını hakkınca teslim edebilmekteir.

Friedrich Wilhelm Nietzsche

Friedrich Wilhelm Nietzsche, Protestan ahlâka sahip ve hayatını bu öğreti etrafında şekillendiren bir ailenin çocuğu olarak 1844 yılında dünyaya gelmiştir. Babası ve büyükbabalarının her ikisi de Luther kilisesinde papazdır, Nietzsche de çocukluğunda bir din adamı olmak istemişse de hayatı bunun tam tersi yönünde şekillenecektir. Onun hayatını değiştiren en önemli gelişmenin Arthur Schopenhauer ile tanışması olduğu söylenebilir.

Schopenhauer’un başyapıtını bir nüshasını satın alan Nietzsche şöyle der: ‘’Bana, bu kitabı alıp eve götürmem için hangi kutsal ruhun (daimon) fısıldadığını bilmiyorum.’’ Eve vardığında ise zihnini bu kitaba teslim ettiğini söyleyerek okumaya başladığını belirtir: ‘’Kendimi bu yeni hazinemle birlikte bir koltuğun köşesine attım ve o dinamik, kasvetli dahinin benim üzerimde çalışmasına izin verdim.’’

Nietzsche ve Schopenhauer’i resmeden güzel bir çalışma. Tabii, böyle bir bir araya geliş hiç olmamıştır. Nietzsche çocuk yaştayken Schopenhauer vefat etmiştir.

Schopenhauer ile tanışan Nietzsche’nin fikirleri tamamen değişecek ve hayata başka bir gözle bakmaya başlayacaktır. Tıpkı hocası gibi o da münzevi bir hayatı seçerek 24 yaşında profesör olmayı başardığı akademik hayattan uzaklaşacak ve zamanının çoğunu İsviçre ve İtalya’da yürüyüşler yaparak geçirecektir. Onun kör irade felsefesini benimseyecek fakat daha sonra bu felsefeye büyük eleştiriler getirecektir. Fakat katiyen ona saygısızlık etmeden, her zaman değerini teslim ederek ve adeta manevî bir baba olarak gördüğünü asla yadsımayarak. Zirâ, Nietzsche Eğitimci Olarak Schopenhauer kitabında şöyle belirtir:

Schopenhauer, kendisi ile konuşur ya da bir dinleyici hayal etme konusunda ısrar edersek o zaman babası tarafından kendisine bir şeyler öğretilen bir erkek evlat hayal etmeliyiz (Eğitimci Olarak Schopenhauer, Nietzsche, Say Yayınları s.18).

Bu kitapta Schopenhauer’i bir baba olarak gören ve hatta daha da ileriye giderek onu yarı-tanrı mertebesine getiren Nietzsche, (Eğitimci Olarak Schopenhauer, s.10) düşüncelerinin oluşmasında etkili olan bu dahi ile birlikte aynı zamanda düşüncelerinin şekillenmesinde etkili olan bir diğer isim Richard Wagner’e de baş kaldırarak felsefesini şekillendirecektir. (Onun fikirlerini reddetmek amacıyla iki kitap kaleme almıştır: Der Fall Wagner, Nietzsche contra Wagner; Wagner Olayı, Nietzsche Wagner’e Karşı)

Nietzsche ve Schopenhauer

‘’Tanrı Öldü’’

Nietzsche, tıpkı hocası Schopenhauer gibi hayatlarımızı yöneten şeyin akıl dışı bir varlık olduğunu, kör bir iradenin ellerinde acı çekerek ve anlamsız bir şekilde oradan oraya savrulduğumuzu düşünüyordu. Fakat hocasının aksine o, bu dünyadan yüz çevirmemizin bir korkaklık olacağını, acıdan kaçmanın ve adeta bir riyazete gark olmanın büyük bir hata olacağını savunuyordu. Nietzsche’ye göre acılar, bizi olgunlaştıran, yoğuran ve bizi biz yapan olaylardır. Ona göre, hayat ve onun getirdiği acılar reddedilmesi gereken şeyler değil; aksine dolu dolu yaşanması ve sonuna kadar tadına varılması gereken şeylerdir. Günümüzde bütün forum sitelerinde, 7'den 77'ye herkesin Facebook ve Twitter profilinde ya da plajda ayaklarını uzatmış fotoğraf çeken bir hanımefendinin Instagram fotoğrafının altında yazan ‘’Beni öldürmeyen şey güçlü kılar.’’ sözünün temelinde de bu felsefe yatmaktadır.

Nietzsche, insanların sahip olduğu ahlâkın ve değerlerin koca birer mit olduklarını ve bunların tamamen yıkılması gerektiğini söyler. İnsanların, yeni bir ahlâk anlayışına, iyinin ve kötünün ötesinde yer alan başka bir hayat telakkisine ihtiyaçları olduğunu belirtir. Zira insanlığın sahip olduğu değerlerin birçoğu Yahudi-Hristiyan ahlâka ve Eski Yunan geleneğine dayanmaktadır. Nietzsche’ye göre bu geleneklerin temelleri akla dayanmaz ve kesinlikle sağlam değillerdir. Dolayısıyla işe ilk olarak Tanrı’nın öldüğünü beyan ederek başlar.

Pek güzel, fakat ölümsüz olduğuna inanılan bir Tanrı nasıl olur da ölebilir? Ölümsüz varlıkların öldüğünü iddia etmek bir çelişki değil midir? Nietzsche, Şen Bilim isimli kitabında, elinde bir fenerle Tanrı’yı arayan bir karakter yaratarak bu soruların cevabını verir. Aslında Tanrı, hiç var olmamıştır. O, insanların ümitlerini, hayallerini süsleyen; zor zamanlarda sığınılacak bir liman olarak görülen hayalden ibarettir. Ona göre insanlar, bu hayale inanarak kendilerince bir erdem yaratmışlardır. Oysa Nietzsche’nin tanımladığı erdem, herkes için değildir; yalnızca seçkin bir kitleye hitap eder. İşte, Tanrı’nın ölümü Nietzsche için yeni bir ahlâk anlayışı yaratmanın ilk adımıdır. İyinin ve Kötünün Ötesinde isimli eserinde kendisini bir ahlâk karşıtı olarak tanımlar ve kasıtlı olarak kötüye yönelen biri olmadığını, var olan ahlâkın ötesinde bir ahlâk anlayışı hedeflediğini belirtir.

Yeni bir ahlâk anlayışı yaratmayı hedefleyen Nietzsche, Hristiyanlığın en temel değerlerinden biri olan ve hatta hocası Schopenhauer’in ahlak felsefesinin temelinde yer alan ‘’merhamet’’ kavramına saldırır. Onun için merhamet, zayıflıktan başka hiçbir şey değildir ve köle ahlâkının esasıdır.

‘’Vicdan sızısı utanmazlığın ta kendisidir.’’

— Friedrich Nietzsche

Dileyenler, yazıyla alâkadar videoyu YouTube kanalım üzerinden izleyebilirler:

Merhameti temel alan tüm etik anlayışlar Nietzsche’nin düşmanı konumundadır. Spinoza’nın merhamet ve duygudaşlık kavramlarına da saldırmaktan geri durmaz. Onun için ‘’Bu hasta münzevinin felsefesi ne kadar çok ürkeklik ve kırılganlık barındırır, tam bir masakaralık.’’ ifadelerini kullanır. Görüldüğü gibi Nietzsche insanı güçsüz kılan her şeyden uzak durulması gerektiğini merhamete saldırarak ifade etmeye çalışır. Onun amacı iradenin gücünü son noktasına kadar kullanabilmektir., meşhur güç istenci de tam olarak buradan temel almaktadır. Yeryüzüne egemen olacak aristokrat bir ırkın varlığının insanlık için kurtarıcı olduğunu belirtir. Bütün bir ulusu sefaleti söz konusu da olsa büyük bir bireyin ızdırabı bu ulustan çok daha önemlidir. Onun için çoğunluk yalnızca çok az kişinin sahip olabileceği mükemmelliğe ulaşmada araç olarak kullanılmalıdır. Sıradan insanlar onun için berbat ve rezil bir haldedirler, onların bir araç olarak kullanılmasında hiçbir sakınca görmez. John Stuart Mill’in ‘’kendine yapılmasını istemediğini başkasına da yapma’’ ifadesinden tiksindiğini belirtir ve onu kalın kafalı olarak niteler (Batı Felsefesi Tarihi Cilt:3, Betrand Russell, s.471).

Nietzsche’nin sivri dilinden nasibini almayan filozof sayısı pek azdır.

Üstİnsana Giden Yol

Tüm bu temellendirmelerinin ardından Nietzsche, Tanrı’nın ölümüyle doğan boşluğu, Tanrı’nın öğretilerinin ve gücünün yerini alabilecek insan soyunun tanımlanmasıyla doldurmak ister. İnsanı, hayvan ile üstinsan (übermensch) arasında gerilmiş bir ip olarak tanımlar. Dolayısıyla Nietzsche’nin eşitlik kavramına son derece karşı olan bir düşünceye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Eşitliğe dayalı tutum ve ahlâk anlayışı doğanın özünü yalanlamaktır. İnsanlar, arasında korkunç bir nitelik farkı vardır. Hatta öyle ki bazılarını hayvanlardan ayıran çok az şey vardır. Üst insan için geçerli olabilecek tek bir ahlâkî değer vardır, o da güç istencidir. Nietzsche, bir insanı; dayanabildiği işkence ve acı miktarına; bunları kendi lehine çevirme becerisine göre test edeceğini söyler. Onun açısından acı çekmek, iyi şeylere ulaşmanın bir parçasıdır ve bir insan acı çekmeyi bildiği ölçüde özgürdür. Meister Eckhart’ın ‘’Seni mükemmelliğe en hızlı biçimde ulaştıracak şey acı çekmektir.’’ sözünü defaatle vurgular.

Nietzsche’nin üstinsanı, geleneksel ahlâktan bağımsız olarak kendine özgü değerler yaratmayı bilmeli, iyinin ve kötünün ne olduğuna dair kararları kendisi verebilmelidir. Önce kendini düşünmeli ve kendisi için savaş vermelidir. Böyle Buyurdu Zerdüşt’te kendi şahsında kişiselleştirdiği Zerdüşt, üstinsanlara şöyle buyurur: ‘’Yukarı mı çıkmak istiyorsunuz? O halde, yalnızca kendi bacaklarınızı kullanın. Başkalarının sırtına ve kafasına oturmayın.’’ Üstinsan bencil olmayı bilmelidir; duygudaşlık, merhamet, acıma gibi duygulardan kendini soyutlamalıdır. Eşitlik, dürüstlük ve alçakgönüllülük gibi kavramlar halkın uydurduğu, kendilerini büyük göstermek ya da seçkin kişilere karşı eşit görünmek için kullandıkları kavramlardır. (Bu fikir Schopenhauer’in felsefesinde de yer almaktadır) Aristokrat bir mükemmeliğe ulaşacak, güç istenci peşindeki insanın bunlarla bir alâkası olmamalıdır. Bunlar, insanı zayıf kılan mefhumlardır. Onun üstinsanı vücuda bürünmüş bir güç istencidir. Üstinsan, gelenekselleşmiş ve izafi olan bu erdemlerden kendini soyutlarken aklını egemen kılmalıdır. O; sorgulamayı, eleştirmeyi bilmeli, ön kabullerden zihnini arıdırmalı ve hiçbir şeyi kutsal olarak görmemelidir.

Nietzsche, zayıflara yönelik bir ahlâk esası yerine aristokrat değerlerinin egemen olduğu bir anlayış sunmaktadır. Onun için iyi bir dünya, savaşçı kahramanların egemen olduğu bir dünyadır. İnsanlık tarihine yön veren insanlar belirli isimlerden ibarettir. Newton, Schopenhauer, Galileo, Shakespeare vb. gibi isimler geriye kalan sürüden çok daha üstündüler. Onlar ve onlar gibi insanların bekası için bütün bir sürünün iyiliği feda edilebilir, der Nietzsche.

İnsanlığın ödemesi gereken bedel belki de zayıfların merhamet gösterilmeden ayaklar altında ezilmesiydi, fakat bu bedel insanlığı ulaşacağı başarı uğruna ödemeye değer bir bedeldi. Ezcümle, vicdana onun felsefesinde yer yoktur.

Vicdan, güçlüleri korkutmak için düşünülmüş,
Korkakların kullandığı bir sözcükten başka bir şey değildir.
Bizim vicdanımız güçlü kollarımız, kılıçlar yasamızdır! (Bernard Shaw, Shakespeare’in III. Richard’a söylettiği bu dizelerin Nietzsche’nin felsefesinin özeti olduğunu belirtir.)

Tüm bu düşüncelerini 1883–1892 yıllarında kaleme aldığı Böyle Söyledi Zerdüşt kitabında şekillendirir. Zoroaster, Zarathustra olarak da bilinen Zerdüşt, MÖ 6. yüzyılda İran dinini kuran isimdir. Hint-Avrupa halklarının dinlerine, iyi ve kötü eylemler arasındaki dengeye göre ebedi bir cezanın verileceği fikrini katmıştır. Nietzsche, Darwin’in evrim teorisinden de etkilenerek insanlığın bir sonraki adımı olarak Übermesnch’i görmüştür. Teoride yer alan doğal seçilim, Nietzsche’de güçlünün zayıfı yok etme hakkı olarak kendini gösterir. Ona göre kuzular, yırtıcı kuşlardan nefret ederler. Fakat bu durum, yırtıcı kuşların kuzuları yemesini lanetlememiz gerektiğini anlamına gelemez; doğanın gerçeği budur.

Nasıl ki sırtlanların onlarcası bir araya gelerek bir aslana karşı zafer kazanabiliyorlarsa zayıf ve güç-istencinden yoksun insanlar da bir araya gelerek üstinsanlara karşı zafer kazanabilirler. Bu kolektif ayak takımı, gerek Fransız Devrimi’nde gerek Hristiyan ahlâkın yayılmasında büyük başarılar kazanmışlardır ve bu başarılar insanlığın utancı olmuşlardır. Bu görüşlerinden dolayı Nietzsche ‘’aşırı bireyciliği’’ savunarak her türlü birliğe karşı çıkılması gerektiğini erkeksi ve sert ögelerle bunlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini savunur. Zira ona göre insanlığın refahı, kolektif bir yaşamda değil; üstinsanın kutsanmasındadır. İyi ya da kötü olan her şey sadece üst azınlığa mahsustur ve diğerlerinin pek de bir önemi yoktur.

Bu zayıflığın reddedilmesi hususu Nietzsche’nin kadınlara karşı olan görüşlerini de şekillendirir. Ona göre kadınlar biyolojik olarak zayıf varlıklardır. Erkek güç-istencine ulaşacak bir varlıktır, bunun için eğitilmelidir. Kadınsa onu dinlendirmek ve arzularını karşılamak için vardır. Bundan gerisi ahmaklıktır. Şu aforizması belki de bu konudaki görüşlerini belirgin kılmak için kâfidir, diye düşünüyorum: ‘’Kadına mı gidiyorsun, kırbacını unutma!’’

Bir evlilik yaparken kendimize şu soruyu sormalıyız: Sonu yaşlılık olan o uzun yol boyunca bu kadınla sohbet etmekten keyif alacağına inanıyor musun? (İnsanca Pek İnsanca-1, Say Yayınları. s.262)

Hitler’in, Nietzsche’nin bir büstüne bakarken çekilmiş fotoğrafı (1934)

Nietzsche ve Nasyonal Sosyalizm

Onun düşüncelerini beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz bu tamamen kişisel bir tavırdır. Nietzsche’nin felsefî düşünceleri bazılarına vicdan ve gerçek dışı gelebilir bazılarınaysa gerçeğin ta kendisi. Gerek Mussolini gerek Hitler faşist propagandalarını yayarlarken Nietzsche’nin güç istenci kavramından yararlanmışlardır. Onu, kendi fikirlerinin yılmaz bir savunucusu olarak görmüş ve halka da böyle tanıtmışlardır. Fakat Nietzsche hocası Schopenhauer gibi milliyetçiliğe tamamen karşı ve hatta bunu aptallık olarak gören bir düşünürdü. Onun anti-semitik ve ırkçı olduğunu söylemek gerçeğe ihanet etmek olacaktır. Keza yaratılmak istenen ‘’Aryan Irkı’’nı da Nietzsche’nin üstinsanıyla ilişkilendirmeye çalışmak abesle iştigal etmek olacaktır.

Nietzsche’nin ölümünden sonra kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche, onu nazi yanlısı gösterebilmek için elinden geleni yapmış ve onun felsefesinin nazizmle yan yana anılması için mücadele vermiştir. Zirâ Elisabeth Förster, tam anlamıyla bir anti-semitiktir. Fakat Nietzsche bu tutumun aksine, katiyen bir ırkın üstünlüğüne ya da zayıflığına vurgu yapmaz. Onun vurgu yaptığı en önemli kavram ‘’soyluluk’’tur ve bu soyluluk sıfatına herhangi bir ırktan herhangi bir insan mazhar olabilir. Nietzsche’ye göre soyluluğun kan ile bir illiyeti yoktur, soyluluk güç istenciyle ulaşılabilecek bir kavramdır yalnızca. Kendi ahlâkını oluşturmayı bilen, zayıflıktan uzak, yeri geldiğinde vicdanı tamamen göz ardı edebilen, egoist her birey soyluluk mertebesine ulaşabilir. Nietzsche’nin ‘’Kardeşlerim!’’ olarak seslendiği kişiler işte bu kişilerdir, herhangi bir ırka mensup olan kişiler değil.

“Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız, önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?”

- Friedrich Nietzsche

Şimdilik sorgulamanın, akletmenin ve hürriyetin zevki ile kalınız…

Yararlandığım kaynaklar ve üst okumalar:

  • Magee, B. (2017). Felsefenin Öyküsü. İstanbul: ALFA.
  • Law, S.(2018). Büyük Filozoflar. İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
  • Russell, B. (2016). Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt. İstanbul: ALFA.
  • Nietzsche, F. (2011) Eğitimci Olarak Schopenhauer. İstanbul: Say.
  • Nietzsche, F. (2015) İnsanca Pek İnsanca-1. İstanbul: Say.
  • Nietzsche, F. (2016) İyinin ve Kötünün Ötesinde. Ankara: Tutku.
  • Nietzsche, F. (2018) Böyle Buyurdu Zerdüşt. İstanbul: Say.
  • Spinoza, B. (2008) Tanrıbilimsel Politik İnceleme. İstanbul: Biblos.
  • Spinoza, B. (2019) Aklın Islahı Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: Dost Kitabevi.
  • Vorlander, K. (2008). Felsefe Tarihi. İstanbul: İz Yayıncılık.
  • Young, J. (2015) Nietzsche A Philosophical Biography. İstanbul: İş Bankası Kültür
  • Warburton, N. (2015). Felsefenin Kısa Tarihi. İstanbul: ALFA.
  • Warburton, N. (2015). Felsefeye Giriş. İstanbul: ALFA.

Diğer Yazılarım:

--

--