Mağara Alegorisi

‘‘Kutsal Filozof‘’ Platon: İdealar Öğretisi ve Mağara Alegorisi

Efe Salihoğlu
7 min readApr 3, 2021

Bu yazıda, Platon’un idealar öğretisine ve bu öğretinin en pür hâli olan meşhur mağara alegorisini (mağara benzetmesi) konu edineceğiz.

Yazının asıl sorusu olan “Mağara alegorisi ne anlatıyor?”un, cevabını muhkem bir şekilde kavrayabilmek için idealar öğretisine göz atmamız gerekecek elbette. Platon hakkındaki diğer yazılarım için ise şöyle gidebilirsiniz:

Kutsal Filozof

Ünlü İngiliz matematikçi ve Viyana Çevresi düşünürlerinden Alfred North Whitehead’in şu cümlesi pek çoğunuzun malumudur: ‘’Avrupa felsefî geleneğinin en sağlam, genel karakteri, Platon’a düşülmüş bir dizi dipnottan oluşmasıdır.”(Whitehead, 1979: 39)

Schopenhauer da Platon için ‘’kutsal filozof’’, ‘’kutsal Platon’’ ifadelerini kullanır. (Özkan, 2009: 157)

Bu hayli öznel düşüncelere katılıp katılmamak elbette ki hepimizin şahsî tercihidir ancak felsefe sözcüğünü ortaya yerleştirip şöyle bir zihin haritası çıkarmaya gayret göstersek sanırım oklardan birinde Platon ismi, en muhkem hâliyle kendine yer bulacaktır.

İdealar Öğretisi

Diğer yazılarımda hayatına, hayata bakışına ve devlet modeline genişçe yer verdiğim Aristokles yani Platon’un künyesine hiç girmeden idealar öğretisi yoluyla meşhur mağara alegorisini bilgim ve kavrayış yeteneğim el verdiğince sizlere açıklamaya gayret göstereceğim.

İdea kavramına girmezden evvel Platon’un felsefe tarihinde ‘’dogmatik’’ filozoflar içinde yer aldığını belirtmek isterim. Ona göre, gerçek bir bilgi (episteme) vardır; evrensel, nesnel, mutlaktır. Bu bilgi öyle bir bilgidir ki ezelî ve ebedîdir, biriciktir, zamandan münezzehtir, daima vardır ve hep var olacak olandır. Hülasa, bilginin imkânına en sıkı şekilde bağlanan filozofların başında gelir Platon.

Pekâlâ gelin, öncelikle şu pek meşhur ‘’idea’’ kavramının muhteva ettiği anlamlara kısaca bir göz gezdirelim:

‘’İdea’’ kelimesi Yunanca idein (görmek) fiilinden türemiştir ve en genel anlamda ‘’görülen şey, şekil’’ anlamlarını taşır. Peki bana görünen şeyler ideaların kendileri midir? Ben bir insan olarak ideaları duyularımla algılamaya muktedir miyim? Platon’un bana cevabı oldukça nettir:

‘’Elbette ki hayır.’’

İyi de neden duyularımla algıladığım şeyleri bir gerçeklik olarak kabul etmiyorum? Yani karşımda duran insanın mutlak gerçeklik olmadığını nereden biliyorum? Bütün cismiyle karşımda duran bu varlığın mutlaklığına nasıl olur da güvenemem, algılarıma dahi sırtımı yaslayamayacaksam neyi, nasıl bilebilirim?

Platon’un bu sorulara cevabı oldukça açıktır: Duyularım yoluyla algıladığım her ne varsa gelip geçicidir, sürekli değişim hâlindedir. Bir saniye evvel algıladığım şey ile elan algıladığım şey aynı varlık dahi değildir. Değişmiş, başkalaşmıştır. Duyularıma konu olan, algılarımın bana bilgi olarak sunduğu her ne varsa bir akışa, oluşa tâbidir. Burada akıllarımıza ‘’Herakleitos’’un görüşlerinin gelmesi pek normaldir ki bizatihi Platon Theaitetos diyaloğunda şöyle söyletir Sokrates’e:

Sokrates: Öyleyse bilgi algıdan başka bir şey değildir demekte tamamıyla haklıymışsın ve Homeros’la Herakleitos, bütün izleyenleriyle birlikte, her şey akar, sular gibi hareket eder, Protagoras ise «insan her şeyin ölçüsüdür» ve Theaitetos, bu fikirlere dayanarak «bilgi algıdır» dediklerinde tamamıyla aynı şeyi söylemek istiyorlar. Böyle değil mi, Theaitetos? Diyelim mi ki bu sonuç, senin yeni doğmuş çocuğundur, ben de onun ebesiyim. Ne dersin? (160e)

Her şeyin değişmesi bir yana duyularım da beni sürekli olarak yanıltmaktadır. Bardakta su içinde duran kaşık bana eğri gibi görünebiliyor, vücut ısımın değerine göre suyun sıcak ya da soğuk hissetmem değişkenlik gösterebiliyor; esen yel, beni ürpertirken bir başkasına esenlik verebiliyor.

Oysa Platon, gerçek bilginin nesnel ve mutlak olduğunu söylemişti. Gerçek bilgi, algılarımın bana sunduğunun aksine kişiden kişiye değişmeyen, herkes için aynı ve doğru olan bir bilgi olmalıdır. Tıpkı matematiksel bilgi gibi!

Gerçek bilgiyi duyularla elde edemeyeceğimi sağlam bir temele oturtan Platon, tek tek olaylardan yola çıkarak genel kavramlara yani tümellere, idealara ulaşmayı uygun görür. O hâlde duyularımız bize bazı görünümler sunsa da mutlak gerçekliğe bizi ulaştırmaya yalnızca aklımız muktedirdir diyebiliriz.

Bir ara bilgi vermekte fayda var: Platon’a göre bilgi, dışımızdaki şeyleri görmek değil hâlihazırda içimizde olanı hatırlamaktır. Burada ayrıntısına girmeyeceğim bir benzetmeyle Platon bu durumu bize hayli güzel açıklar. İnsan, ideaları az ya da çok görebilme imkânına sahip olmuştur fakat bu dünyaya düşüp bedenlenmesiyle bunları unutmuştur. Bu dünyada algılarımla duyumsadığım her şey bu ideaların varlığını bana hatırlatmada fayda sağlar.

Örneğin bir karınca gördüğüm vakit gördüğüm karıncada bir karınca ideası bulunmaktadır, o ideadan (karınca) pay almıştır ancak kesinlikle ideanın kendisi değildir. Algılarımın bana sunduğu milyarlarca karıncanın tamamı böyledir, her biri genelden pay almıştır ancak genelin (tümelin) kendisi değildir. Beni ancak tümele götürebilecek ufak bir araçtır.

Pekâla madem duyularımla algılayamıyorum, dünyanın tamamını gezsem de bu ilk örneğe yani ideaya ulaşamıyorsam bu aslolan gerçeklik nerededir? Yani kısaca:

‘’Nerede bu karınca?’’

Yazıyla ilgili YouTube içeriğim

İşte bu soru Platon’u iki âlem tasavvur etmeye götürür:

  1. Gölgeler Âlemi: Tümelden pay almış, tek tek şeylerin yer aldığı, sürekli değişime tâbi olan alemdir. Varlığı mutlak değildir, yarın bir hiç olabilir. Bize güvenli bir bilgi sunmaya muktedir değildir. Ancak ve ancak gerçek bilgi hakkında ipuçları sunabilir.
  2. İdeaların Âlemi: Eksiksiz, kusursuz, değişmez, başsız, sonsuz ve biricik olanın âlemidir. Değişimden, zamandan, yokluktan münezzehtir. Hep vardır ve var olmaya devam edecektir. Zira o, varlığını hiçbir şeye borçlu değildir. Var olarak var olandır. O hâlde: Eureka! İşte, mükemmel karınca burada!
Günümüzde Atina Üniversitesinin Önünde Bulunan Bir Platon Heykeli

Mağara Alegorisi

Platon tasavvur ettiği bu iki âlemi bir alegori yaratarak bizlere daha net bir şekilde sunmak ister. Bu alegori Devlet isimli eserinin, yedinci kitabında bulunur. Sizlere öncelikle alegorinin kendisini, daha sonra ise hangi kavramın neyi temsil ettiğini belirtmek isterim:

Platon bizden, zihnimizde yeraltında bulunan bir mağara tasvir etmemizi ister. Mağaranın girişinden süzülen ışık sağlam bir biçimde içeriye sızmaktadır. Mağaranın içindeyse yerde oturan, sırtları ışığa dönük, hem ellerinden hem ayaklarından hem de boyunlarından yere ve birbirlerine zincirlenmiş tutsaklar bulunmaktadır. Bunların zincirleri o kadar kuvvetlidir ki hiçbir şekilde hareket edememekte ancak ve ancak doğruca karşılarında bulunan duvara bakabilmektedirler.

Platon, bu insanların hemen arkalarında yüksekçe bir ateşin yandığını ve bu ateş ile tutsaklar arasında alçak bir duvarın bulunduğunu belirtir. Duvarın arkasında bulunan ve fakat tutsaklar tarafından görülemeyen insanlar, ellerinde çeşitli cisimler tutmaktadırlar. Bu kişilerin, ateşin önünden geçerken duvarın üstünden tuttukları bu cisimlerin gölgeleri, tutsakların baktığı duvara yansımaktadır.

Tutsaklar, bu gölgeler dışında hiçbir şeye şahit olmadıkları için tüm gerçekliği bu gölgelerden ibaret sanmaktadırlar. Bu öyle bir sanıdır (doxa) ki tutsaklar seslerin dahi kaynağının bu gölgeler olduğunu düşünmektedirler.

Bir Mağara Alegorisi Tasviri

Şimdi, bu tutsaklardan birinin zincirlerinden kurtulduğunu ve hür kaldığını düşünelim der, Platon. Bu tutsak, gün ışığını gördüğünde gözleri öylesine kamaşacaktır ki hemen mağarasına geri dönmek isteyecektir çünkü her ne olursa olsun orada huzurludur: Yanındaki tutsaklarla aynı şeyleri görmekte, bunları aynı kavramlarla açıklamakta ve onlara aynı değeri atfetmektedir. Kısacası alışkın olduğu görünümler onun için hâlâ asıl gerçekliktir.

Dışarıda gördüğü gerçekliğe uyum sağlaması için zamana ihtiyaç duyacaktır. Önce gözleri yavaş yavaş ışığa uyum sağlamaya başlayacak daha sonra bulanıklaşacak, ağrıyacak, sızlayacak ve zaman içinde net görmeye başlayacaktır. Gözleri bulanık hâldeyken yine şeylerin, insanların gölgelerini daha sonra bizzat kendilerini görecek ve en sonunda da gözlerini doğrudan güneşe çevirebilecektir.

Bu kişi, asıl gerçekliğe tanık olduğunda yani her şeyin asıl kaynağının güneş olduğunu anladığında eski gerçeklik algısına üzüntüyle bakacak ve bunu hemen geride kalan tutsaklara anlatmaya koşacaktır. Bunu diğer tutsaklarla paylaştığında ve onların zincirlerini çözüp onlara, dışarıda asıl gerçekliğin kendilerini beklediğini söylediğinde tutsaklar ona acıyarak bakacaklardır. Onun muhtemelen delirdiğini ve bu yüzden saçmaladığını düşünecek, dışarıda her ne varsa kendilerine zarar verip onları doğru yoldan çıkaracağını söyleyeceklerdir.

Platon’a göre insanın da bu dünyadaki hâli böylesine acınasıdır. Kendini mutlak gerçeğin içinde sanmakta ve hakikatin bilgisine duyularıyla ulaşabileceğini düşünmektedir. Bu düşüncesine kendisini öyle bir inandırmıştır ki asıl gerçekliği ona altın tepside de sunsak kendi gerçekliğinden ayrılmayacaktır. Zira inandığı gerçeklik onun toplumla uyum içinde yaşamasına, kabul görmesine, sayılmasına, huzurlu olmasına hizmet etmektedir.

Kim ‘’uyumsuz bir deli’’ olarak anılmak ister ki?

Bu alegori o kadar kuvvetlidir ve o kadar yoruma açıktır ki her simge farklı şekillerde kullanılabilir. Ben burada, Platon’un felsefesinden ve onun Devlet kitabında aktardıklarından yola çıkarak bu simgeleri açıklamakla yetineceğim:

Tutsaklar: Bizleri temsil etmektedir.

Zincirler: Toplumun, ebeveynlerimizin, geleneğin-göreneğin, ideolojilerin, var olduğumuz toplumdaki dinî ve sosyal birtakım inançların bizlere öğrettikleri/ezberlettikleri şeyleri temsil etmektedir.

Güneş/ışık: İdeaların ideası, en yüksek iyi: Güneşle simgelenen ideaları idea yapan şey. Piramidin en üstündeki iyi (agathon).

Zincirlerinden Kurtulan Tutsak: Filozofu temsil etmektedir.

Mağara: Görünen dünya, bu dünyayı temsil etmektedir.

Mağaranın Dışı: İdealar Dünyası

Sahi, dinî inancımıza, ideolojimize, geleneğimize-göreneğimize, anamızdan, babamızdan yadigâr kalanlara aykırı gelen şeyler söylendiğinde bunların gerçeklikle olan bağlantılarını mı yoksa bize öğretilen kalıplarla uyumlarını mı gözetiyoruz?

Bu sorunun cevabı sanırım alegorideki yerimizi belirlemek için kâfi olacaktır.

Yazıyı, Platon’un alegorisinin günümüz dünyasına uyarlanmış hâlini gösteren bir resim ile bitirmek isterim. Resimin yorumu sizlere ait.

Şimdilik düşüncenin, fikrin, hürriyetin güzelliğiyle kalınız, başka yazılarda görüşmek dileği ve sevgi, hürmetle; esen kalınız.

Yararlandığım Kaynaklar:

Arslan, A. (2018) İlk Çağ Felsefe Tarihi 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 7. Basım.
Dürüşken, Ç. (2020) Antik Çağ Felsefesi, Alfa Yayınları, 4. Basım.
Özkan, S. (2009) Schopenhauer Paradokslar Üzerinde Raks, Ötüken Yayınları, 2. Basım.
Platon. (2010), Diyaloglar, Remzi Kitabevi, 7. Basım.
Whitehead, Alfred N. (1979) Process and Reality, David Ray
Griffin ve Donald W. Sherburne. Düzeltilmiş Basım.

--

--