Akıllı İnsan Hipotezi: Ön Yargı
Günlük hayatta, insanlar ile ilişki kurmaya yeltendiğimizde karşılaştığımız en büyük tabulardan biri şüphesiz ki ön yargılarımızdır. Ön yargı; gerek toplum içinde gerekse birçok düşünürün fikirlerinde ve edebiyat dünyasında lanetlenen, hor görülen, giyotine çekilen bedbin bir kavramdır. Hâlbuki ben, bunun tam zıttı bir fikre sahibim; bu fikrimin nereden geldiğini, neden bu kanıya vardığımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Modern Çağın Cadısı
Benim için ön yargı, tıpkı bilim camiasında yer bulan hipotez, varsayım gibi sonucu kestirmeye dayalı öncelikli fikirlerimizdir. Ön yargılarımız da hipotezler gibi belli bir temele dayanır, asla ve kat’a safsata değillerdir. Tecrübelerimiz, düşüncelerimiz ve birtakım gözlemlerimiz kafamızda bâzı ön yargılar oluşmasına yol açar. Bu ön yargılar neticesinde, diğer insanlarla ilişkiye girmeden evvel karşımızdaki insana belli bir tavır koyarız. Bu tavır, pek tabii olumlu ya da olumsuz olabilir. Toplum içinde tıpkı eleştiri kavramı gibi ön yargıları da daima olumsuz olarak ele alırız. Fakat maalesef, bu içine düştüğümüz büyük bir yanılgıdır.
Ben burada romantik bir dünya çizmek istemiyorum, dolayısıyla herkesin zihninde belli kalıplar ve ön yargılar olduğu kanısındayım. Ön yargılara dayalı bir hayat yaşamayan, hipotezler geliştirmeyen kişilerin sığ ve bayağı düşünceli insanlar olduğunu düşünüyorum. Aklı başında herkes, yaşamı boyunca elde ettiği verilerden hareketle zihninde birtakım varsayımlar geliştirir. Anlaşılır olmak açısından basit ve sarih bir örnek vermek istiyorum: Elinde bıçakla size doğru yürüyen bir insanı görüp korkmanız dahi bir ön yargıdır. Zihniniz size, karşıdan gelen kişinin size zarar verebileceğine dair bir ön yargı sunar. Bunun sebebi de önceki tecrübelerinizdir. Sokak ortasında elinde bıçakla gezen bir insan pek de tekin değildir herhalde, öyle değil mi? Bu ön yargınıza göre hareket eder ve oradan uzaklaşırsanız belki de hayatınızı kurtarmış olursunuz. Ya da zihniniz sizi yanıltmıştır, o adam yalnızca hemen yandaki kasap dükkânından çıkmış, çırağını arayan bir kasaptır. Bu noktada ön yargınız yanlışlanmış olacaktır. Fakat zihninizi buna göre düzenlemek, karşıdaki insana ait bu ön yargıları kırmak pek de zor olmayacaktır.
Tam da bu noktada; ön yargıları, edinilen tecrübelerden hareketle yıkabilmek yâhut yıkamamak insanları erdem yönünden birbirinden ayıran noktadır. Siyahî bir vatandaştan zarar gören bir kişinin bu tecrübesini bir ön yargı olarak tüm siyahîlere genellemesi bir akıl zayıflığıdır, erdemsizliktir. Bilim; tümevarım yöntemiyle yapılan genellemeleri reddedeli çok oldu, fakat bazılarımız kendi hayatında bu yanlıştan kurtulabilmiş değil. Dolayısıyla esas sorun insanoğlu olarak insanların sahip olduğu bazı kazanılmamış nitelikleri (ırk, millet, memleket, fiziksel özellikler vb.) onun kişiliğini tanımlamak amacıyla bir ön yargı olarak kullanmamızdadır. Oysa insanlar yalnızca yapıp ettiklerinden ve seçimlerinden dolayı sorumlu tutulabilirler. Ön yargılarımız da insanları diğerlerinden ayıran, şahsına münhasır niteliklere dayandıkça sağlam bir hipotez niteliği kazanabilirler. Örneğin, bir Hristiyan ile konuşurken İsa konusunda hassas davranmamız gerektiğini düşünmek doğru bir ön yargıdır. Ve yüksek ihtimâlle doğrulanacaktır. Fakat karşıdaki sırf Hristiyan olduğu için bizlere Haçlı Seferlerindeki gibi muamele yapacağını düşünmek akılsızlık gerektirir. Tabii bunu bir ön yargı olarak aklımızda tutabiliriz fakat ön yargımız yanlışlandığında, karşımızdaki insanın gayet salih, aklı başında biri olduğunu gördüğümüzde bu ön yargımızda diretmemek ve gerçeği kabullenmek akıllılık ve bir erdemdir.
Velhâsıl, ön yargılarımızı doğru ve yerli yerinde kullanmak bizi çok doğru sonuçlara getirebilir. Fakat insanların kişiliğine veya bir olayın içeriğine dair hiçbir fikir vermeyecek olan noktalardan hareketle ön yargılar oluşturmamız ve genellemeler yapmamız bizleri erdemsizliğe varan yanlışlara sevk edebilir.
Yine de biz, biz olalım; insanları yalnızca eylemlerinden ve seçimlerinden dolayı değerlendirelim. Bunu yaparken ön yargılarımızı kullanmamızda hiçbir sakınca yoktur. Yalnızca, yanıldığımız noktada durmasını bilelim, kâfidir.
Diğer Yazılarım:
- Bir Talebe, Bir Öğretmen: Nietzsche ve Schopenhauer
- Mutsuzluğun İmkânsızlığı: Stoa Felsefesi ve İçsel Huzur
- Ölümün Doğurduğu Adam: Michel de Montaigne
- Jean-Jacques Rousseau: Toplum Sözleşmesi, Ütopya ve Dönüşüm
- Yerleşik Ahlâka Balyoz Darbeleri: Friedrich Nietzsche
- Platon: İdeâl Devlet, İdeâl Cemiyet ve İdeâl İnsana Bir Bakış
- Bir Başka Filozof: Arthur Schopenhauer
- Diyojen’in Hocası Antisthenes ve Kinik Okulu
- Sadeliğin, Yalnızlığın Kutsallığı: Diyojen
- İdea’lleri Olan Büyük Filozof: Platon
- Eudaimonia: Aristoteles’e Göre Kişisel Mutluluk
- Bir Vâzife Olarak Ahlâk: Immanuel Kant
- Münzevînin Sığınağı: Yalnızlık
- Stoacılık: Köleden İmparatora Uzanan Felsefe -1
- İnsan Neden Boyun Eğer: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev (Etienne de La Boétie)
- Bir Kişilik Ödünlemesi: Irkçılık
- Spinoza’nın Tanrısı
- Felsefeye Giriş Yapmak İsteyenlere Naçizane Bir Rehber, Kitap Önerileri
- Jean-Jacques Rousseau: Meczupluk ve Dâhilik Arasında Bir Yaşam-1
- Felsefe Ahmaklık Mıdır?
- Aydınlanma Hakkında Bir Deneme: Kant’ın Işığında
- Akıllı İnsan Hipotezi: Ön Yargı
- Modern Dünyanın Putları: Irk, Kan ve Toprak
- Friedrich Nietzsche: Tanrı’nın Ölümü ve Üstinsan (Übermencsh) Felsefesi
- ‘’Sapere Aude!’’: Bilmeye Cesaret Et!
- Elvedâ Çürük Elmalar: Felsefenin Gücü
- Filozofça Ölmek: Boethius